Merhaba, 
Okullar kapanmadan bir Edirne seyahati güzel olur demiştik. Mayıs ayının güneşli ve yazı davet eden günlerinden birinde öğrenciler – veliler ve hocalarla doluştuk bir otobüse ver elini Edirne dedik…
Edirne, İstanbul’a oldukça yakın aslında; sabah erken çıkıp birkaç saatlik bir yolculukla bu kadim şehre ulaşılıyor. Evet kadim çünkü antik Yunan uygarlıklarından beri önemli bir yerleşim merkezi… Adını ise Romalılar devrinde kenti yeniden imar eden Roma imparatoru II. Hadrianus’dan alıyor. “ Adrianopolis” yani Adrian’ın kenti… Türkçedeki adı da buradan türeme.
Edirne’ye vardık varmasına ama Romalılardan kalan pek fazla görecek bir şey yok maalesef bu güzel kentte. Biz de ilk soluğu Eski Saray’da aldık. İstanbul’un fethinden önce Osmanlı’nın başkenti ve yönetim merkezi olan kentte maalesef görkemli Osmanlı Sarayı’ndan da fazla bir şey kalmamış. Bugün eski saraya ait Adalet Kasrı haricinde sağlam bir bina kalmamıştır.
1361 yılında I. Murat tarafından fethedilen ve 88 yıl (1365-1453) boyunca Osmanlı Devleti’nin başkenti olan Edirne tarihte çeşitli unvanlar ile anılmış. "Der-i Saadet" (Mutluluk Kapısı) bir "Şenlikler Şehri"dir. II. Murad'dan IV. Mehmet'e kadar zafer kutlamaları, şehzadelerin sünnet şenlikleri, II. Mehmet'in evlilik törenleri hep burada yapılmış.
Edirne Kırkpınar Güreşlerinin yapıldığı Sarayiçi Mevkiinde bulunan Adalet Kasrı. Kanuni Sultan Süleyman zamanında (1561 yılında ) inşa edilmiş.
Padişahların divan toplantılarını dinledikleri Adalet Kasrı bağımsız kule şeklinde bir bina olarak yapılmıştı. Birçok kez tadilat gören yapı bugünkü yüksek ve sivri külahlı görünümünü 19 yy. da Sultan Abdülaziz döneminde kazanmıştır. Kulenin önünde seng-i arz ve seng-i ibret denilen iki adet taş duruyor.
Eski saray gezisi ardından Balkan Savaşları Şehitliğinde kısa bir mola verip, yakın tarihimizin en trajik olaylarından birisini anıyoruz: 1912 – 1913 yıllarında gerçekleşen Balkan Savaşları sırasında şehit düşen 300.000 askerin ve Sarayiçi’nde ağaç kabukları yiyerek hayatta kalmaya çalışan, kolera ve dizanteri gibi bulaşıcı hastalıkların esiri olan, aç, susuz bırakılarak insanlık dışı bir şekilde hayatlarını kaybeden asker – sivil 20.000 insanın anısına hürmetle duruyoruz burada.
Bir sonraki durağımız II. Beyazıt Külliyesi ve Sağlık müzesi. Fatih’in oğlu 2. Beyazıt’ın yaptırdığı külliye kendi çağında en ileri tıp ve bilim medreselerinden birisi olmuş. Cami ve Medrese okullarının yanı sıra tıp medresesi, hastane, misafirhane, hamam, mutfak, değirmen ve kilerler gibi birçok yapı bir arada…
Külliyenin darüşşifa ( hastane) ve medrese bölümleri çok iyi hazırlanmış bir Sağlık müzesi olmuş. Aslına uygun olarak mankenler ve birçok malzeme ile gerçekçi bir canlandırma yapılmış. 1488 yılında yapılan bu kurumun kuruluş vakfiyesinde cerrahlar ve göz doktorları için kadro ayrıldığı görülüyor. Akıl hastalıkları da dâhil olmak üzere birçok konuda sağlık hizmeti veren bu merkezde ruh hastalıkları bölümünde müzik ve şiir ile hastalara tedavi uygulanırmış. Bakın Evliya Çelebi ne güzel söylemiş: “hastalara deva, dertlilere şifa, divanelerin ruhuna gıda ve def'i sevda…"
Gezdik gezdik yorulduk… Leziz bir öğlen yemeği bizi bekliyor. Buraya gelen her lezzet meraklısının mecburi menüsünde önce bir Edirne Ciğeri vardır…
Yemek sonrasında Edirne kurabiyesi de denilen meşhur kavala kurabiyesi ve badem ezmesi ile lezzet şöleni tamamlanır…
Öğleden sonra kalan zamanımızı şehir merkezindeki çok önemli 2 cami ve çevresindeki çarşılara ayırdık.
Yapımına fetret devrinde başlanan Eski Cami, kentin en ilginç yapılarından. Özellikle kalın sütunların taşıdığı bir sürü kubbesi ve duvarlarındaki dev boyutta hat/kaligrafi örnekleri ile Bursa camilerini de andırıyor biraz.
Şehrin hatta Osmanlı mimarisinin başyapıtını en sona bıraktık. Mimar Sinan’ın 80 yasında yaptığı ve ustalık eserim dediği anıtsal yapı sadece Osmanlı-Türk sanatının değil aynı zamanda dünya mimarlık tarihinin en önemli eserlerinden.
Selimiye Cami ve Külliyesi, daha önce burada bulunan, Yıldırım Bayezid’in yaptırdığı bir sarayın yerine 1569–75 arasında Sultan II. Selim’in emriyle yaptırılmış. 71 m yükseklikteki 4 minaresi ile muhteşem bir simetri sunan yapının ana kubbesi 43 metre yüksekliğinde ve 31,3 m çapında.
İçeriye girince yapının görkemi daha da çarpıcı olarak ortaya çıkıyor. 6 m genişliğindeki kemerlerle bağlanan 8 büyük paye ile taşınan kubbe kabaca 2000 ton ağırlığında. 16.yy çini sanatının ve Edirne’ye özgü ahşap kalem işlerinin en iyi örneklerinin buluştuğu bu estetik güzelliği kelimeler ile anlatmak pek de mümkün gözükmüyor.
Arasta çarşısı ve Bedesten Çarşısı’nda keyifli bir alışveriş molasından sonra elimizde hediyelik meyve şeklinde sabunlar, badem ezmeleri ve kurabiyeler ile dönüş yoluna koyulduk.
